adımlar ritimlere karışırken
mekanik uğultunun bahşettiği eşsiz ve mideyi alt üst eden
sistemini bir sebebe dayandırmak için uyanıyorum. sanki bir bardayım ve son
sesle müziğin ritmi içimde yankılanıp baskı yapıyor. adımlarım o ritimlere
karışırken nasıl dünyada bu kadar insan aynı şeyleri farklı anlarda hissedip,
aynı kişileri farklı zamanda terk edip aynı eylemleri farklı bölgelerde
gerçekleştirir diye düşünüyordum ki cevabı kendi kendime geveledim sanıyorum:
insan aslında yekpare iken kendi kendini farklı formlarda oluşturan bir
yaratıktır. mahluk diyemem çünkü mahluk adı altında onlarca tanımı yapılmış
insanın, insanlığın. bense kendi özümde dönüştürmeye çalışıyorum anlamları.
hiçbir şey için net bir sonuca varılmayacağını anladım. anlamlar, kimlikler,
iyilik ya da kötülük. şimdi aslında genel geçerlilik yok diyemem var, bunda
bile net olamıyorum işte. ikilemler adında bir film yazmak isterim bir gün.
dur, belki de buna gerek yoktur. gerçek versiyonu içinde değil miyim zaten?
ömrüm kaç yıla vardı ya da varacak umurumda değil. ritim
kesilmiyor ama hiçbir zaman. adımlar ritimlere karışırken ben kaç kez göz
kırptığımı bile düşünür oldum. hayat bu kadar hesapsızken ben neden hesaplı oluyorum
ki? bunun gidişi belli değil benim gitmek istediğim bir çizgim olsun yolum
olsun. kendime bahşettiğim tek şey umarsızca akışın içinde debelenmeye kalkışıp
içimde katmanlanan zamanın döngülerine ev sahipliği yapmak. keyfinin kahyası
olmaya çalışmak. bana bahşedilense hep aynı kapılara çıkmak. sürekliliği esasa
alarak devam ettirmek gerekiyordur belki hayatı. sadece öyle alışabilir ve
teslim olunur.
13.50
gün denilen planlar yığını başlamış ve etkisini insanlar üzerinde
gösteriyor. yürüyorum. yürürken şarkı dinliyor olmam gerekirdi tam şu anda. duygusallığa
perde açamam ne yazık ki. ellerim ceplerimde değil ama eldiven taksam iyi
olurdu. önünde durduğum üç katlı evin birinci katındaki adam beni dikizliyormuş
gibi hissettim. ülke şartlarında bu durumu yaşamadan geçen tek bir gün yok. her
bakanı bununla bağdaştıramam. hem zaten dikizlemek için masum bir yer olurdu pencere. pencere imgesiyle birçok şey oluşturulabilir elbet. pencerelerin
birleşimidir benim gözüm. tüm pencereler kapanmalı.
20.25
loş bir ışığın eşliğinde televizyon açık. dizi tarihinde köhnemiş sahneleri bilmem kaçıncı defa izliyorum. hayatımın bu şekilde olup olmadığını düşünüyorum bir an. öyle olsa ne olmasa ne. kendi yaşantısını kontrol edebilir insan ama kesinlikle yorum yapamaz. hayat, hakkında yorum yapılacak bir şey mi ki zaten? buna rağmen çok iyi nutuk veriyoruz onun hakkında. atıp tutmalar, bazen racon kesmeler, küfretmeler, şükretmeler, yas tutmalar. içinde barındırdığı o kadar çok şey arasında bir kişiye ya da bir amaca sığınmalar. portakal yemeler, haltı yemeler, burun kıvırmalar.. öyle olur mu hiç sen bana bırak demeler, bazen şarkıyla olmayan seni dert etmeler, kurgulara ağlamalar, tramvay yolunda bavul taşımalar, gülüşmeler, paranın yetmediği ürünleri boş vermeler, ücretsiz izinler, eylemler, toplum içi eşitsizlikler, katledilmeler. -ler-ler-ler-ler.
nasıl taşıdığımı soruyorum kendime, nasıl taşıdığımızı
adımlarım ritimlere karışırken
tüm robotlar burada, belli dedim kendime
bir ayna bulmalı ve kendimi kontrol etmeliyim
aslında buna gerek yok çünkü
dönüştüğüm bir şey yoktu 
zamanında çoktan süpürülüp atılmıştım.
Yorumlar
Yorum Gönder