adımlar ritimlere karışırken

 09.47                                                                                                                                                            

mekanik uğultunun bahşettiği eşsiz ve mideyi alt üst eden sistemini bir sebebe dayandırmak için uyanıyorum. sanki bir bardayım ve son sesle müziğin ritmi içimde yankılanıp baskı yapıyor. adımlarım o ritimlere karışırken nasıl dünyada bu kadar insan aynı şeyleri farklı anlarda hissedip, aynı kişileri farklı zamanda terk edip aynı eylemleri farklı bölgelerde gerçekleştirir diye düşünüyordum ki cevabı kendi kendime geveledim sanıyorum: insan aslında yekpare iken kendi kendini farklı formlarda oluşturan bir yaratıktır. mahluk diyemem çünkü mahluk adı altında onlarca tanımı yapılmış insanın, insanlığın. bense kendi özümde dönüştürmeye çalışıyorum anlamları. hiçbir şey için net bir sonuca varılmayacağını anladım. anlamlar, kimlikler, iyilik ya da kötülük. şimdi aslında genel geçerlilik yok diyemem var, bunda bile net olamıyorum işte. ikilemler adında bir film yazmak isterim bir gün. dur, belki de buna gerek yoktur. gerçek versiyonu içinde değil miyim zaten?

ömrüm kaç yıla vardı ya da varacak umurumda değil. ritim kesilmiyor ama hiçbir zaman. adımlar ritimlere karışırken ben kaç kez göz kırptığımı bile düşünür oldum. hayat bu kadar hesapsızken ben neden hesaplı oluyorum ki? bunun gidişi belli değil benim gitmek istediğim bir çizgim olsun yolum olsun. kendime bahşettiğim tek şey umarsızca akışın içinde debelenmeye kalkışıp içimde katmanlanan zamanın döngülerine ev sahipliği yapmak. keyfinin kahyası olmaya çalışmak. bana bahşedilense hep aynı kapılara çıkmak. sürekliliği esasa alarak devam ettirmek gerekiyordur belki hayatı. sadece öyle alışabilir ve teslim olunur.

13.50

gün denilen planlar yığını başlamış ve etkisini insanlar üzerinde gösteriyor. yürüyorum. yürürken şarkı dinliyor olmam gerekirdi tam şu anda. duygusallığa perde açamam ne yazık ki. ellerim ceplerimde değil ama eldiven taksam iyi olurdu. önünde durduğum üç katlı evin birinci katındaki adam beni dikizliyormuş gibi hissettim. ülke şartlarında bu durumu yaşamadan geçen tek bir gün yok. her bakanı bununla bağdaştıramam. hem zaten dikizlemek için masum bir yer olurdu pencere. pencere imgesiyle birçok şey oluşturulabilir elbet. pencerelerin birleşimidir benim gözüm. tüm pencereler kapanmalı.

20.25

loş bir ışığın eşliğinde televizyon açık. dizi tarihinde köhnemiş sahneleri bilmem kaçıncı defa izliyorum. hayatımın bu şekilde olup olmadığını düşünüyorum bir an. öyle olsa ne olmasa ne. kendi yaşantısını kontrol edebilir insan ama kesinlikle yorum yapamaz. hayat, hakkında yorum yapılacak bir şey mi ki zaten? buna rağmen çok iyi nutuk veriyoruz onun hakkında. atıp tutmalar, bazen racon kesmeler,  küfretmeler, şükretmeler, yas tutmalar.  içinde barındırdığı o kadar çok şey arasında bir kişiye ya da bir amaca sığınmalar. portakal yemeler, haltı yemeler, burun kıvırmalar.. öyle olur mu hiç sen bana bırak demeler, bazen şarkıyla olmayan seni dert etmeler, kurgulara ağlamalar, tramvay yolunda bavul taşımalar, gülüşmeler, paranın yetmediği ürünleri boş vermeler, ücretsiz izinler, eylemler, toplum içi eşitsizlikler, katledilmeler. -ler-ler-ler-ler. 

nasıl taşıdığımı soruyorum kendime, nasıl taşıdığımızı

adımlarım ritimlere karışırken

tüm robotlar burada, belli dedim kendime

bir ayna bulmalı ve kendimi kontrol etmeliyim

aslında buna gerek yok çünkü 

dönüştüğüm bir şey yoktu

zamanında çoktan süpürülüp atılmıştım.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

seçmek iki yolu da tıkamak

tamamlanamayacak bir parça

eski, canım neredeyiz