Kayıtlar

Haziran, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

eski, canım neredeyiz

Koca bir yalan olduğunu anlamam hayatımın çok zamanımı almadı.  Yalan olan sensin sen. Hayatın değil. Sapına kadar gerçek olduğu için yalan olsun istiyorsun hepsi bu.  Sadece 21 yıl, o kadar. Günleri kavramayı ilk öğrendiğim andan beri gelişine salladım kendimi. Unuttuklarımla aklımda yer bulanları değiştirmeyi çok isterdim. Ne yazık insanın bebekken sevildiği o küçük anları hatırlamaması öpüp koklanmanın en güzel aylarını, yıllarını bilmemesi birkaç fotoğrafla sınırlı kalması.   Zamanla sınırlı kalamadım hiçbir zaman. En büyük hatam buydu belki de. Geçip giderken bir ömür sahip olduğum tek sahici şey o iken ben yenilerini aradım. Çok buldum, çok kaybettim. Bazen bulmamayı diledim. Çoğunlukla. Yine de düzenli bir hayat kurdum kendime takdir etmeliyim. Yani istikrarlı bir şekilde yaşıyorum. Önümde kırık bir kol kapısı ve pencereme konan güvercinler. Sabah sersemliğiyle seslerini duyunca kalkıp korkutuyorum onları. İstemeden yapıyorum bu bilinsin. Kendimi ikna etmem kolay o...

yok etmek ya da çıkmazlardan kurtulmak

 çözemediklerime düğümlenen ipleri yakmak için bana verilen çakmaklar patlamasın diye  bir keskinliği yamamak üzere girdiğim  tüm çabalar hala aklımda yer bulan bir parçadır gördüklerimin istediğim pozisyona geçmesi ya da pozisyonların beni es geçmesi  beraberinde neyi getirir peşinde ah o anlaşılmamazlıklar olmasaydı veya çokça anlama çabası meramımı aktarabilseydim önümdekilere taşın içinde yeşeren sardunya solar mıydı  ben diyorum beni çağırıyorum yankı var ses yok ölmek de çağırmak da aynı şeydir  elbet ikisi de zor biliyorum şu an bunu unutmayı hayal ediyorum işte şimdi karşımda beliren bir yol  uzunca mesafeleri ip gibi  içimde bir his biliyorum bunun adını, merak yediden sonsuza içimizde ve yolu merak ettiğim her an peşimde koşturan adım sesleri günü geldiğinde bana yolun sapmamazlığından bahsetmeyin geç olursa eğer kendimi önüne atarım ya da ipi topak yapıp dolabımda saklarım sonra böylelikle birbirine karışırlardı bir umut taciri bilirdik...

görebilmek için

üç kere heceledi adını ilki bilsin diye kendini sonra kavrasın diye yankısını ve ardından yapıştırsın kendini kendine  etiketler zaten hep vardı üzerimizde olan  bastırdık yumruğumuzun kenarıyla çıkmasın hiç kalsın hep üzerimizde sabitlemek emir, çıkartmak suç düşünmüştü ne garip şeydi insan zaman için zamanı harcayan görmek için sadece bakmaması gereken tanıtılmıştı mavi bir sabahtı gerçeklikten arınmış bir hayaldi karşısında duran kollarında yeşeren ağaçlar ve dalları gibi bütünlük söz konusuydu  dirlik diyordu ne güzel şey garip olan insanın yanında ne kadar da uyumluydu eşsiz ve özel, kaybolması an meselesi hayatında gördüğü küçük bir sahne artık sebepsiz bir şekilde uyanmadığını biliyordu kalkmak isterim o mavi sabahlara ben de etrafı alıp gözlerime yerleştirmek  mesafesiz kilometrelerde yol almak isterim durmamak hiç durmamak yorulmamak  bekleyip ilerlememek, beklemeden ilerlemek yaşamak, ölmek çözmek için yıllarımı verebileceğim bir iş değil elinden tutup...

anımsamak ve etrafım

çarpıyor ellerim boşlukta birbirine kenetlemeyi onları bir rüya gibi izliyorum döndükçe dönüyor gözlerim gümrahlığı aratmayan ellerimde takılmış olduğum hedeflerin acabalığıyla dedim kendime amaç belki de dünyayı aratmayacak şu gözlerdedir ayna o keskin duruşunu camından değil benden alır bu yüzden hala aklımdadır bir gülümseyişi unutmayışım yağmur damlalarının şehre son sürat indiği ilk temasta apışıp kalınan durakta bekleyenlerin sıkıntıyla göğe baktığı ekmek sırası kimdelerin boy gösterdiği saatlerde üstü kapanmış suç dosyaları kendilerini olay mahallinde buldular kuru yaprakların üstüne kimse basmadı sesten mahrum kaldı yer ve insan yol karşımdaydı gidebilmem için bilmem kaç fırsat sunuldu bana yeri geldi ayakkabı bağcıkları zincir oldu ama biraz da bilmediğim yerlerdeki ağlayışlardır bunun nedeni çözülmüş düğümler ve yanan iplikler gibi kendimi aramak ve kaybetmek arasında bir fark göremiyorum zihnini labirente dönüştüren ve seni en ortasına yerleştiren hatırlamamak eylemi bu da k...

düşünmek hatası

ardı arkası kesilmez inişler çıkışlar vardır en tepesindeyken çıkışların dünya gözümde küçülür damarlarımdan dilime uzanan dokunma isteği ona iniş karşımda belirir sonra kaparım gözlerimi işte şimdi açmadığım gözlerden yansıyan öfkedir kasvet ilerileyebilseydik  çatılar çökmeseydi üzerimize zaman aşımına uğramasaydı eskiler ki zaman aşımına uğramış her şey eski bir hayal kırıklığını besler bilirim neler değişmezdi çok merak ediyorum sonra anladım kendi değişiminden diğerlerine fatura kesmeyi öğrenenlerin yeriymiş dünya vahaların içinden geçtim ben ki bazen gözlerimle kuruttum çok çöl gördüm aşamasam da her birini samyeliyle dost olmayı da bildim ondan korkmayı da umursamak şimdi sınırsızca başımda dönen sinek sesi her sesine anlam yüklemek çok zor artık anlam aramak da öyle ama uğultusu belirsizleşse de benim görevim anlamı bulup onun belini kırmaktır aradığımı bulunca pişman olduğum çok şey var aslında zaten nerede görülmüş acının kendine yetebilirliği inişler çıkışlar vardır ardı...

bestesi olmayan bir şarkı

çoktandır yapmak istenileni erteleyişin neden ya da acınası günleri düşünmeyişin bak işte günden güne eriyorsun, tuzla buz oluyorsun kesik kesik anlar hayatına paralel gelişiyor ki o paralellerdir bileklerini dikine kesen bak işte doktorun başı eğik, kan gövdeyi götürmüş sessizce çökülür yere böyle zamanlarda kaybın bedene istismarıdır bu olayları gözlemlerim yakından kimseler görmez belki de bu yüzden gözlem tek arkadaşım ve de suç ortağım içinde onlarca insanla durum saklı her yanından ayrı bir söz fışkırıyor, bazen fısıltı bazen çığlık eşliğinde bilmek istiyorum böyle anlarda durumlar üzerine yazılmış şiirlerin ve şarkıların tümünü eline hiç kalem almayan birinin dizelerine dönüşüyor sözler fısıltılar çığlıklarla hemhal oluyor ayrı sözlerin hepsi aynı anlamda buluşuyorlar ve koroya katılıyor her bir yüz batonu elinde tutan, milenyumlardır farklı ritimler verdiren dünya farklının tekrarlarıyız hepimiz sonumuz ya da başımız aynı rüyayı yaşamak gibi uyanmak ama hiç uyanmamak gibi yine ...

geçmiş için geleceği, gelecek için geçmişi

sesleri kesmeyi dilerdim her daim kendi yörüngemde yankılanan kallavi boşluklarda bile yayılan benimse duymak için eskiyecek olan bir gençliğim var tanyerinin sabahla vuslatına az kalmışken açtım gözlerimi ve geç kalmaya yemin ettim bakışlarım, henüz şairin namlusundan hallice zamanla ittifakta olmak bu saatlerde üstüme farzdır uyuyakalmak buna dahil değildir çünkü bir uyku bir pişmanlığa denk gelir bazen seninse tüm ısrarların haklı yeter ki, yarın içinde bir sen ol ve işte kapansın gözlerim şimdi üzerime aldığım tüm sorumluluklar boş, sabit bir şekilde bekleyen geleceğe itaat eder ama denk gelişler vardır geleceği hazır eden ve bazı gelecekler vardır ki geçmişi değerli gösteren yeni milatlar başlasın ömrümde / mayıs gibi ardından ekim ve şubat bulunduğum yer, mekan ve zaman ilişkisi üçüncü gözden ibaret başka seslere kulağımı tıkamalı ve dinlemeliyim kendimi ancak sesler değil miydi zaten kesmek için kendimi yok saydığım beni bekleyen hep yere düşenlerin uğultusu sen uğultuya bir mel...

doğuşlar

kendini yeniden ayaklandıranlara ve sebeplerine yaşamak için yarını bugünü aşmalı bugünü aşmak için elimde tuttuğum dümenler dümen tutmasını hiç öğrenememişim aslında çok yazık buzdağına çarpıyorken bana öğretmek için beliren sis düşmanı, pusudaki şahan evet, bu bir kurtuluşun doğuşu yaşamak öyle kısrak ki nazlı tüyleri gözüme girer gözümü açtıran yüz, dünümün ve bugünümün ve çok yarınlarımın ana karakteri beklemek bazen bir bank üstü heyecan bazen karşıdaki kelimeleri gözetleyiş bazı anların dönmesini istemek düşünmem bunu ama hep vardır burada çünkü bilmem neden böyle ürkeğim havada süzülüyorum serçe oluyorum yer gök hummalı yapıyor beni ağzımdan parmaklarıma doğru kan silsilesi mendil ne bilmiyor serçe ve çakılmaya razı, yeter ki bitsin ama kanatlarını başka bir kanatın altında buluyor, gökteki karga süzülüyorlar birlikte inatla ve serçenin kalbindeki istek artık ayakta ve dik gök ve yüzleri şahit oluyor küçüğün nasıl büyük olacağına bu bir devrimin doğuşu başı dik ve ayakta, gökyüz...

tanık

metanet artık geçmişin sadakası ve geçmiş puslu büyükçe bir ayna göz gözü bulanık görüyor, denk gelişler bir intihar biçimi olsa bile hatta / ikna edici değil şimdi çoktandır pas tutmuş sayıklamalar var dimağımda solmuş eski kimliklerini saklayan bir kaçak gibi firarın izini anımsamak isterdim dört değil çok tarafımı sarmış hayat duvarlar ve çivisi bile olmayan tablolar haykırmalıdır şiir en kısık sesli izlerde kabuk bağlayıp kanatılmalıdır o pansumanı ona bağlayan saatin ise hep dakikası eksik neden tırtıklıdır saniyelerim bak işte kendi saniyesiyle ilerleyenler var sınırsızlık arzusuyla anı yok edenler var durduğu yerden ilerlemeyi bekleyenler var bütün varları birleştiren bir şey var sezgileriyle beni kavrayan dünya, sen bütün varların evi bir çift göz bakar sana kanamaz ancak ıslak demiri tatmış gibi olurum gözleme her vardığımda ihtimallerin bile olmadığı bir hayata hapsolsam da olur göz kapaması olurum belki albümlerin

ki ben hep arkadaydım

görmekten bile sakındığım her şeyin bir fotoğrafta birleşmesi tüm çerçevelere saydırışlarım, duvarda asılması gereksiz bilemedim hiç neydi çözüm hayatı revaçta yapan şey de bu değil midir zaten merak hep bir numara, bulunması önemsiz koşuşturmadan geçecek yılların ilkidir çocuk emeklemeden sonrası tam bir felaket ilk koşu, ebelenden kaçmak sebepsiz niyetsiz üzüntüler kovalar beni her daim kırmaktan korkar ama parçalayıcıdır dönerken dünya, seyircisiz doğa girdi kanıma serçelerin olduğu her yerde geçer benim adım incinmesi an meselesi ve ben bir yığın özlem taşıyorum kanadımda, eksiksiz sormaktan çekinirim yine de devam ederim neden kamburlaşır ölümü gören çocuklar melekler zaten hep vardı ve taşırdı taşıyıcı bir melek gördüm daha yaşımı bilmezken ve melek hep orada kaldı, beklemek çaresiz

ihtimallerden mektup

iki dudak arasına yakışan sözler işitenin duyulmak isteneni evlat edinmek istediği asla sahipsiz kalmayacak hisler ve her duyumsadığında sol tarafını sızlatan garabet dolu belirsizlikler varken kolay olmayacak biliyorum aşmak belki kendini saymanın bile sayılmaktan yorulduğu anlar da kapında olacaktır hiç gözükmeyecek yolların serabı merak uyandırır içinde geçmek o yolları sende biriken tüm kinle ve kederle doldurduğun çantanla birlikte karga sesinden belki ilk kez ürkmeyeceğin anlar da gelecektir biliyorum hiç deneyemedik öyle kolay boş vermeyi başarısızlığı göze alman gerekir eğer istiyorsan başarmayı, denilir çok yerde umursamanın hudutunu aştın bile çoktan aksini denemek için yüzlerce defa daha başarısız olacaksın belki de ağır dizelerle örtülü bir masa olur bir gün yaşananlar çizik ve tahtakurusu istilasına uğraması mümkündür buna rağmen güzel şeyler çizildi ve çizilecek yaşların ıslattığı anlar da oldu ve olacak muhakkak öngördüğün ne varsa haklılıkla dikilmeyebilir karşında yanı...

açtım gözümü, gördüm ki hep başlangıçtayım

düşünsem zamanı sabit kıldıran anları sorunlar beni bekler yeniden doğmuş gibi olurum acı nedir hiç bilmeyerek önümdeki taşları sayarım ve sırtımda kurşun izleri, kendimi tam on ikiden vurmak isterim çünkü bilinmelidir ki her bir sızı insanı yeniden yaratır yaratmak, ne büyük günah şimdi içimde dehlizler yaratıyorum ben köşede keskin diliyle bıçaktan harfler, beni bekleyen zoraki sabredişler ve bazı anlar bazı anlar vardır bazı anlar vardır ve ağlamanın emrine amadedirler ben bu yüzden kendimi öyle bir tuttum ki zamanında, hiçbir statta ve mecliste böyle tutulmak görülmemiştir ama asıl deplasmanın ben olduğumu on ikinci gözyaşımda öğrenmiştim, nice on ikilere kendimi se-vi-yo-rum günde üç kez tekrar etmek isterdim belki bunu ama içimde inandırıcılığı az olan bir masal var inanmaksa seni kanatan kaldırım kanadıkça yaklaşıyorum yeniden doğuşuma her defasında, sonmuş gibi içinden geçiyorum kaldırımların ve bu durmadan tekrar ediyor.

ıslak kaldırım sendromu

suyu tanımak sindirebilmek onun gerçeklerini iki gözümün akması gibidir hava dolarken ciğerlerime tek tek sayarken onun moleküllerini hazmetmeye çalışıyorum  eski ayakkabılarım bir ordu gibi hesap sormaya gidiyor kaldırımlara sonrası bir bulantı insan izlerine takılıp düşmüşüm fark etmeye başlıyorum sıkı tutunmalıydım düşmemi sağlayan her şeye her şeylerin izdüşümü boşluktan bir kasvet dünya ve ben yarılıyoruz açılan gediklerin haddi hesabı yok yüzeyde her delik başına bir insan, bir ülke her delik içinde bir ben gri, çelik bir boşluk zamanla arkadaş olmaya çalışıyorum gri delikte ve siyaha çalıyor bombardımanlar eşliğinde beyazı görmek için kendimi önüne atıyorum tüm cerahatlarını kusuyor siyah yüzümde utanç belirtisi, zaman insana o an küsüyor insan olmaktan çekiniyorum bu ilk değil beyazı yakınımda hissediyorum, delik delirdi delirecek zaman artık bana muhalif yüzümde tam yirmi dörtlerce tokat payı ve nasibini alıyor tüm arkeologlar, ben de öyle bir bu eksikti antropolojik histe...

aydınlanma bildirisi

sakındım, kaybedecek bir şey yokken bile hep saklayacak şeyler buldum ağlamak geldi içimden içimin sızlanası vardı ben de kendimi sızdırdım bildirdim tüm kitaplara, önümde duran her varlığa artık susmayacaktım kavranmak istiyordum anlaşılmak veya dinlenilmek gibi bir şey değil bu ne olduğu anlaşılmakta zor olan bir terim üç kez tekrar tekrar okuduğum ne varsa oydu bir okumam ki hayatımın bir senesine tekabül eder dur diyeceğim şimdi burada bolca hata var güzergahı değiştirmeliyim/z sağdan sola orada varıyoruz bizi bekleyen yere işte karşımda her gün kendini sınayan bir yüz işte yeni heyecanlar ve umutlar insan olmanın temennisiyle gülümsüyorum bir çocuğa yumruk kadar kalpleri birleştiren ne varsa pek bir metanetli geliyor artık bana öyle güçlü ki muşmula suratlı koltuklar bile cesaret edemiyor bakmaya bunların hepsini anladığımda ben kendimi kavramaya başlıyorum kendimi anlamak veya kendimi dinlemek gibi bir şey değil bu biliyorum sadece eskisi gibi ölümle beni düşünmüyorum o geçilecek...

emvali metruke

terk-i diyar etmek başından beri bilinmesi nerede biteceğinin çok defa düşünmüşken kalmak konusunda geride kalanlara acımayı öğrenmişken daha çok erken bırakmak için tüm her şeyi bir insan hayatında kaç kez bırakıp gider tüm her şeyi delilercesine unutmaya çalışmak nitekim unutmak da ölmenin yarısıdır bazen bir ana pikap gibi takılıp kalmışken zihnin de bulunduğun koşullara takılmaktan vazgeçer zaman, mekan ve ilişkileri kırılmıştır en zayıf yerinden kalalırsın güz başındaki yapraklar gibi çünkü bilirsin yaklaşmışsındır beklenilene çokça ağır bir saat taşımış gibi olursun belki aile mirası belki alın teri ama tanısan hiç sevmeyecektin belki dedenin bilmem kaçıncı dedesini emekse en imkansızı ufukta belirten ağırbaşlı bir derya nitekim içine kaç işçi sığar peki sen o ellere kaç veda sığdırdın vedaya yeni bir mimari kazandırdın, yeni bir yapı rumlar görse ağlarlardı soruyorum şimdi kendime en son kaç yerinden ıskaladın bavulların tekerleği ağır bir çark gibi ilerliyordu ve ayağımı kaptı ...